21 Mart 2013 Perşembe

Ahhh ödevler ahh!!!


1. sınıfta çocuk okutmak değil de o ödevleri yaptırmak ne kadar zormuş, hele de benim gibi hemencecik parlayan, sabrı az insan için daha da zormuş…Naz sabahtan akşama kadar okulda. Çocuk 17.00 gibi geliyor eve; sonra ben geliyorum 17:30. Ben gelesiye kadar üst değiştirme, elini yüzünü yıkama derken kapıdan ben giriyorum. Bana söylediği ilk cümle “Çok açım anne” . Üstümdeki iş kıyafetlerini değiştirmeden (en sevdiğim şey eve gelince rahat rahat giyinmektir) hemen yemek yediriyorum (kendi yiyor, ama bende hepsinden yeterince yiyor mu diye başında bekliyorum); sonra vakit kaybetmeden ödevlere geçmemiz gerekiyor. Ödev yaptırmakta en zorlandığım kısım; o masaya oturtmak, hadi oturduk diyelim, onun sürekliliğini sağlamak. Sıkılıp bırakmak ister, dikkati dağılır, okuduğunu anlamaz, anlatırsınız cevap vermez, 1 olur, 2 olur hadi kızım, hadi canım az kaldı, bitirince sana çıkartma vereceğim, ama hala oflamalar devam edince; işte benimde dellendiğim nokta da bu kısım oluyor. O yüzden eve gitmeden önce papatya çayı içip sakinleşmeye çalışıyorum. Bazen çok kötü sesli çıkışlar yapabiliyorum, çok değil 5 dakika sonra içimdeki pişmanlık beni daha da mahvediyor. Çocuklarda o kadar haklı ki, bütün gün okuldalar; evde bari ders yapmasınlar diye düşünüyorum ama gerçek maalesef öyle değil. Resmen zamanla yarışıyoruz. Zaten 20.30 gibi uyuduğu için ödevleri bittiğinde 45 dakika zaman kalıyor. Çocuk bu zamanda meyve mi yiyecek, hastalanmasın diye yaptığımız vitamin yüklü meyve suları mı içecek, peki pekmez, balık yağı, kuruyemiş ne olacak? Tv mi seyredecek? Oyun mu oynayacak? Yatmaya mı hazırlanacak? Hepsinden yapmaya çalışmaktan yorulur duruma geliyorsunuz. Naz hep soruyor “Anne neden hep böyle acelecisin?”
Uyuyunca koşuşturma bitmiyor; beslenmesini hazırla (hergün farklı bir şey düşünmek kısmı zor), kıyafetlerini hazırla; sonra kendin için aynısını yap. Sabahta farklı değil; ilk başta kalkıp kendim giyiniyorum, makyajımı yapıyorum, her şeyimi hazırlayıp kapıya koyuyorum, sonra Naz’ı uyandırmaya çalış, giydir, saçlarını o gün hangi model istediyse onu yap, sonra babanın yaptığı kahvaltıyı beğenmiyorum diye kahvaltısını hazırla; sonra koştura koştura 06.40 da servise yetişmeye çalış. (Acele etmezsem nasıl yetişebilirim ki?) Hafta içi hergün bu tempo devam ediyor. 1 gün dışarı çıksanız olmaz, sonra nasıl yetişecek diye stres daha da kötü. O yüzden biz hafta içleri ne misafir alıyoruz ne de dışarı çıkıyoruz. Beni en çok yoran bu koşuşturmacalar değil de ödevin verdiği duygusal yük, bu kısım beni hergün yaşlandırıyor. Şimdi diyeceksiniz ki niye etüde vermiyorsun. Onuda düşündüm, vicdanım elvermedi, çocuk zaten eve geç geliyor, sonra bide etüd e gitse kaçta evde olur, zaten küçücük çocuk, yeni okula başladı, daha da yormayayım diye düşündüm. Ayrıca ödev yaptırırken eksikliklerini, anlamadıklarını, ne öğrendiklerini takip edebiliyorum. Her şeyi kontrol etme, eksiklikleri tespit etme gibi manyak bir özelliğim olduğu için bu yıl böyle devam edecek. Ama seneye bende uyum sağlayacağım inşallah, belki de artık etüde veririm, kimbilir… (Birde etrafımda büyük çocukları olanlar var ki; “bunlar daha ne ki, büyüdükçe problemlerde büyüyor” demezler mi?, tamam kardeşim daha o zamana gelmedik, ben şimdikini kaldırmaya çalışıyorum, neden içimi karartıyorsunuz, her şey geçecek merak etme demiyorsunuz bunu anlamıyorum!! Ama bende çocuğum büyüdükçe küçük çocuklulara bunları mı söyleyeceğim acaba???) 
Düşünüyorum bütün okul hayatım boyunca kendi ödevlerimi kendim yaptım, kimse bana yap demedi, ödevlerimi öğrenmedi. Ben eksik eğitim mi aldım hayır, hatta çok başarılı bir öğrenciydim. Annem ile babamın bana karşı ilgisiz olduğunu da hiç düşünmedim. Peki annemin babamın yapabildiklerini neden biz anne-baba olarak yapamıyoruz onu anlamıyorum. Bir yerde yanlış var ama o da heralde benim kafamın içinde.
Bu ara her şeyi sorgular oldum, galiba benim iyi bir dinlenmeye ihtiyacım var, çok yorgun buldum kendimi ..)

8 Mart 2013 Cuma

İlk diş dolgumuz


Eylül ayında Naz’ın ilk defa dişim ağrıyor demesiyle dişçi maceramız başlamıştı. Kendi gittiğim yerin çocuk kısmına götürdüm. Ama doktorlardan çok korkan Naz sadece film çektirmeye izin vermişti. Film sonucu 5 çürüğümüz olduğu ve Naz çok korktuğu için uyutularak (endoskopi’deki gibi) dolguların yapılabilineceğini ve bununda hastanede olması gerektiğini söylediler. Ben bir umut başka bir dişçiye daha gittim, yine aynı şeyler, sonra hastaneye gittik, yine aynı şeyleri söyleyince, bu uyutma olayından da korktuğumuz için beklemeye başladık. (Artık dişlerin kendiliğinden iyileşmeye başlamasını mı, Naz’ın biraz daha korkusunun geçmesini mi bekledik bilmiyom)
Bu arada ben ve babamızın dişçi macerası başlayınca evde sürekli bu konu konuşulur oldu. Naz’ın çürüklerinden bir tanesi büyüdü ve bizim göreceğimiz büyüklüğe vardı. Böyle olunca artık bir daha yine götürelim, artık yaptırmazsa mecbur hastanede yaptırırız diye internetten çocukları götürebileceğimiz dişçileri aramaya başladık. Dün akşam seçtiğimiz bir dişçiye götürdük. Gitmeden öncede eğer dolgu yapmalarına izin verirsen istediğin Winx bebeğini alırım diye de rüşvet vermeyi ihmal etmedim. Artık dişçi ablamızın çok sevecen olması, her şeyi birlikte yapmaları, ilk başta yapacağı şeyi elinde göstermesi, “sende bana yardım et, bu hortumu tut” demesi  ve “sen doktor olacaksın herhalde çok yeteneklisin” diye gaza getirmesinin verdiği sonuçla mı bilmiyorum, biraz zorlansada 2 dolgu yaptırdı. Okulda arkadaşlarına göstermesi için bir de kahramanlık belgesi alınca, bizimki öyle gururlandı ki, ben çok cesurum diye ortalıkta dolaştı. Tabii hemen çıkınca “Anne söz vermiştin, şimdi bebeği almaya gidiyoruz, verilen söz tutulmak zorundadır” diyerek istediği bebeği almaya götürmeyi unutmadı. Sabah kalktığında ağzındaki siyahlık yerine beyazlığı görünce kendi de çok mutlu oldu, diş sakızım (yani dolgu) şimdi diş mi oldu diye de epey şaşırdı.
Aşı ve diş maceramızla gördüm ki Naz artık gerçekten büyümüş, artık benimde buna şaşırmamam ve alışmam lazım. 

5 Mart 2013 Salı

Doğum günü partimiz



Doğum günü partimiz oldu, bitti. Bizim içinde sanki başkasının doğum gününe gidiyormuşuz gibi oldu. Süslendik, püslendik gittik. Daha önceki senelerde hem kreşte kutlama hemde evde yapıyorduk. Hatta Naz geçen yılki doğumgününü artık hatırladığından kreşte pasta kesildiğinde 5 yaş, evdeki pastada 6 yaş olduğunu , dolayısıyla bu sene 7 yaşta olduğunu söyleyip durdu. Neyseki bu sene 2 kutlama yapmadık. Ya da 8 yaş oluverecektik.
Kuaföre gittik, saçlarını maşa ile sardırdık, bi de üstüne oje, allık, ruj sürünce, öyle keyiflendi ki anlatamam.
Mekanımız Düşler Adasıydı. Parti evinin sahibi çok ilgili, ihtiyacınıza göre yönlendirici, çocuklardan anlayan birisi. Bizim burayı seçme nedenlerimize gelince;
1-    Kızımızın beğenip burada olmasını istemesi
2-    Temiz olması
3-    Fiyatının diğer yerlerle karşılaştırdığımızda daha uygun olması
4-  Yiyeceklerinin çok lezzetli olması, çeşit alternatiflerinin fazla olması
5-  Çocuklar ve büyükler için ayrı ayrı geniş alan bulunması (Çocuklar alt katta, oyun alanı var, gürültü yok)


Benim tek beğenmediğim Naz’ın yüzüne yapılan maskeydi. Tüm güzelliğini götürmüştü. Halbuki çok özenilmiş ama keşke hiç yapılmasaymış. Çünkü pasta kesilirken hep fotoğrafları maskeliydi.
Çocuklar çok eğlendiler, bizimki partinin doğum günü prensesi olmasından dolayı çok mutluydu.

Biricik kızım 1 yaş daha büyüdü ve hayatımız onunla çok daha güzel …