1. sınıfta çocuk okutmak değil de
o ödevleri yaptırmak ne kadar zormuş, hele de benim gibi hemencecik parlayan,
sabrı az insan için daha da zormuş…Naz sabahtan akşama kadar okulda. Çocuk
17.00 gibi geliyor eve; sonra ben geliyorum 17:30. Ben gelesiye kadar üst
değiştirme, elini yüzünü yıkama derken kapıdan ben giriyorum. Bana söylediği
ilk cümle “Çok açım anne” . Üstümdeki iş kıyafetlerini değiştirmeden (en
sevdiğim şey eve gelince rahat rahat giyinmektir) hemen yemek yediriyorum
(kendi yiyor, ama bende hepsinden yeterince yiyor mu diye başında bekliyorum);
sonra vakit kaybetmeden ödevlere geçmemiz gerekiyor. Ödev yaptırmakta en
zorlandığım kısım; o masaya oturtmak, hadi oturduk diyelim, onun sürekliliğini
sağlamak. Sıkılıp bırakmak ister, dikkati dağılır, okuduğunu anlamaz, anlatırsınız
cevap vermez, 1 olur, 2 olur hadi kızım, hadi canım az kaldı, bitirince sana
çıkartma vereceğim, ama hala oflamalar devam edince; işte benimde dellendiğim
nokta da bu kısım oluyor. O yüzden eve gitmeden önce papatya çayı içip sakinleşmeye
çalışıyorum. Bazen çok kötü sesli çıkışlar yapabiliyorum, çok değil 5 dakika
sonra içimdeki pişmanlık beni daha da mahvediyor. Çocuklarda o kadar haklı ki,
bütün gün okuldalar; evde bari ders yapmasınlar diye düşünüyorum ama gerçek maalesef
öyle değil. Resmen zamanla yarışıyoruz. Zaten 20.30 gibi uyuduğu için ödevleri
bittiğinde 45 dakika zaman kalıyor. Çocuk bu zamanda meyve mi yiyecek,
hastalanmasın diye yaptığımız vitamin yüklü meyve suları mı içecek, peki
pekmez, balık yağı, kuruyemiş ne olacak? Tv mi seyredecek? Oyun mu oynayacak?
Yatmaya mı hazırlanacak? Hepsinden yapmaya çalışmaktan yorulur duruma
geliyorsunuz. Naz hep soruyor “Anne neden hep böyle acelecisin?”
Uyuyunca koşuşturma bitmiyor;
beslenmesini hazırla (hergün farklı bir şey düşünmek kısmı zor), kıyafetlerini
hazırla; sonra kendin için aynısını yap. Sabahta farklı değil; ilk başta kalkıp
kendim giyiniyorum, makyajımı yapıyorum, her şeyimi hazırlayıp kapıya
koyuyorum, sonra Naz’ı uyandırmaya çalış, giydir, saçlarını o gün hangi model
istediyse onu yap, sonra babanın yaptığı kahvaltıyı beğenmiyorum diye
kahvaltısını hazırla; sonra koştura koştura 06.40 da servise yetişmeye çalış.
(Acele etmezsem nasıl yetişebilirim ki?) Hafta içi hergün bu tempo devam
ediyor. 1 gün dışarı çıksanız olmaz, sonra nasıl yetişecek diye stres daha da
kötü. O yüzden biz hafta içleri ne misafir alıyoruz ne de dışarı çıkıyoruz. Beni
en çok yoran bu koşuşturmacalar değil de ödevin verdiği duygusal yük, bu kısım
beni hergün yaşlandırıyor. Şimdi diyeceksiniz ki niye etüde vermiyorsun. Onuda
düşündüm, vicdanım elvermedi, çocuk zaten eve geç geliyor, sonra bide etüd e
gitse kaçta evde olur, zaten küçücük çocuk, yeni okula başladı, daha da
yormayayım diye düşündüm. Ayrıca ödev yaptırırken eksikliklerini, anlamadıklarını,
ne öğrendiklerini takip edebiliyorum. Her şeyi kontrol etme, eksiklikleri
tespit etme gibi manyak bir özelliğim olduğu için bu yıl böyle devam edecek.
Ama seneye bende uyum sağlayacağım inşallah, belki de artık etüde veririm,
kimbilir… (Birde etrafımda büyük çocukları olanlar var ki; “bunlar daha ne ki,
büyüdükçe problemlerde büyüyor” demezler mi?, tamam kardeşim daha o zamana
gelmedik, ben şimdikini kaldırmaya çalışıyorum, neden içimi karartıyorsunuz,
her şey geçecek merak etme demiyorsunuz bunu anlamıyorum!! Ama bende çocuğum
büyüdükçe küçük çocuklulara bunları mı söyleyeceğim acaba???)
Düşünüyorum bütün okul hayatım
boyunca kendi ödevlerimi kendim yaptım, kimse bana yap demedi, ödevlerimi
öğrenmedi. Ben eksik eğitim mi aldım hayır, hatta çok başarılı bir öğrenciydim.
Annem ile babamın bana karşı ilgisiz olduğunu da hiç düşünmedim. Peki annemin
babamın yapabildiklerini neden biz anne-baba olarak yapamıyoruz onu
anlamıyorum. Bir yerde yanlış var ama o da heralde benim kafamın içinde.
Bu ara her şeyi sorgular oldum,
galiba benim iyi bir dinlenmeye ihtiyacım var, çok yorgun buldum kendimi ..)