12 Şubat 2014 Çarşamba

Los Angeles Macerası

Amerika’ya gelmiştik ve hiç alışveriş yapmamıştık, otomatikman her gün bir baskı yaratıyordu üstümüzde. Dolayısıyla Los Angeles'ta ilk günümüzü alışverişe ayıralım dedik. Babamız yine önceden planlama yapmıştı, gideceğimiz tüm yerlerin koordinat bilgisi mevcuttu. İstikamet Citidal Outlet Center’dı. Sabah erkenden giderek kalabalıklaşmadan alışveriş yapalım istedik. İlk uğradığımız yer Disney’in outlet mağazasıydı. Açılışta hikaye ile açıp çocuklara kıyafet giydiriyorlardı. Tabi ki Naz Karlar ülkesi prensesi Elsa’nın neyini bulduysa (kostümü, çantası, suluğu, pijaması, tişörtü) aldı. O kadar keyiflendi ki anlatamam, biran önce otele gidip kıyafetini giyip oyun oynamak istedi. Açık havada yer alan bu avm bayağı büyüktü, her mağazaya girmek mümkün olamadı, zira hem ben hem Naz isyan ettik. Benim gibi alışveriş manyağı birisinin kendisine hiçbişey almayacak kadar kötü hissetmesi olur şey değildi gerçekten. Babanın durumu çok zordu. Resmen 2 çocukla uğraştı. Ne gezmek isteriz ne foto çektirmek isteriz, biran önce bitirip gidelim modundaydık. Öğleden sonra ünlü Walk of Fame’e gittik. Ahım şahım bir yer değil, foto çekiyorsunuz o kadar. Ortalıkta Los Angeles turu yaptırmak isteyen bir sürü insan, ya da para karşılığı sizinle foto çektirecek karakterler.


Yol boyunca yürüdük, Madam Tussade, Çin tiyatrosunu gördük.
 

















Olmazsa olmaz diyerek Hard Rock Cafe’de baba illa yemek yememizi istedi. Güzel bir yemek yedik.

2. gün sabahına kızımın göbek bağını kontrol etmek için Griffit Observatory’ye gittik. Resmen göbek bağı çağırdı bizi. Önce göbek bağı gitti, arkasından hiç planda yokken biz gittik.


Buradan ünlü 3. caddeye ve Santa Monica sahiline gidelim dedik. Arabayı burada günlük 10 dolara açık otoparka bıraktık. Burasını da çok beğendiğim söylenemez. Neden bu kadar abartıldığını anlamış değilim. 3. caddeden sahile giderken yürüdüğümüz parkta evsizler kalıyordu ve etrafı tuvalet kokusu sarmıştı. Bu arada hava çok soğumuştu.


O gün kü son durağımız Beverly Hills’di. Beverly Hills yazısının olduğu parkın oraya arabayı parkettik. Yolda duran makineye saati yazıyorsunuz ve ona göre para veriyorsunuz, 2 saat için 2 dolardı.
Rodeo Drive’da yürüdük. Dünyanın en pahalı mağazaları arasından geçtik. Buradaki evler, ağaçlar bile gerçekten çok güzeldi.



3.gün Naz artık isyan etti, hep size göre yerlere gidiyoruz, ben artık gitmek istemiyorum dedi. Bizde o gün Disneyland’e gitmeye karar verdik. Paris’te gittiğimiz için gitmek istemiyorduk ama Universal stüdyolarının gitmeden önce videolarını gösterip tepkisini ölçmüş, ben çok korkarım diyince buraya gitmekten vazgeçmiştik. Disneyland’de hafta içi olmasına rağmen oyunlarda çok sıra vardı. Sevdiklerimize ve Paris’te olmayanları denemeye çalıştık. Sevdiğimiz birkaç oyun kapalıydı. Her yerde bir karmaşalık sözkonusuydu. Parkın içinde yemek çeşidi sıkıntısı vardı ama parkın çıkışında bayağı çok yer vardı. Saat 18:30’da geçit törenini seyrederek buradan ayrıldık.



Los Angeles ile ilgili izlenimlerim:
  1. Trafik kalabalık ama durması sözkonusu değil, bütün yollar çevre yola çıkıyor, her yere rahat gidiliyor.
  2. Biz Los Angeles yerine San Diego’dan daha çok hoşlandık. Belki de benim ve Naz’ın çok yorulması, yeterince gezememizden dolayı da böyle olabilir.
  3. Disneyland’in Paris’tekinin çok daha profesyonel ve daha güzel olduğunu düşündük.
  4. Otelimiz Holiday Inn Express Hollywood Walk of Fame’di. Otelin konumu ve odalar çok güzeldi. Kahvaltı zayıf olmasına rağmen vardı. Walk of Fame’e 5 dakikalık yürüyüş mesafesindeydi. Otopark’ın ücretli olduğunu biliyorduk, günlük 22 dolardı. Yine de Los Angeles için doğru ve güzel bir otel olduğunu düşünüyorum.


11 Şubat 2014 Salı

San Diego Macerası


İlk gün tam bir felaketti. Naz’ın ateşi düşmeyip boğazım acımaya başladı demesiyle yanımızda getirdiğimiz antibiyotik’e başlamamız bir oldu. Naz ateşli ve hiçbir şey yemiyor. Ben hiç uyumamışım ve bulantım çok ve hiçbir şey yiyemiyorum. O gün sadece yemeğe ve markete gittik, tabii yiyemeyip döndük, benim koku hassasiyetimin Amerika’da çıkacağı tuttu, kokuyu alır almaz başlıyordum çıkarmaya. Akşam babayı panik almıştı, ikimizde hasta; birşey yapılamıyor, yenmiyor, böyle giderse hastanelik oluruz diye gözlerindeki korkuyu gördüm. Ertesi günde böyle olursa geri dönmeye karar vermiştik. 2. gün antibiyotik artık işe yaramış, Naz’ın ateşi düşmüş kendine gelmişti. Ben ise Türkiye’den getirdiğimiz yiyecekler ve marketten aldığımız meyve ile beslenmeye başladığımda daha iyiydim. Öğleye doğru otelden dışarı çıkabildik. Babamız aslında gelmeden önce günlük planlama değil saatlik olarak planlama yapmıştı, şimdiden planın çoğuna uyulamayacağı belli olmuştu. İlk durağımız önceden biletlerimizi aldığımız “Sea World”dü. 



Buraya çok büyük beklentilerle mi gittik, beklediğimizi bulamadık mı bilmiyorum ama bu kadar paraya değmeyeceğini düşündük. Girişten haritayı ve gösteri saatlerini aldıktan sonra ilk gösterinin yunus gösterisi olduğunu görüp ona katıldık. Şov güzeldi, tek esprisi yunuslara seyircilerin nasıl ıslatılacağı öğretilmiş, çocuklarda büyük bir heyecanla ıslanmayı bekliyorlardı. Bunun için yağmurluk tarzı kıyafet satılıyordu. 12 dolardı fiyatı.


Bundan sonraki gösteri Shamu gösterisiydi. Yunusların şovunun daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Burada da aynı ıslanma durumu sözkonusuydu. Naz’ın beklediği anlar hep buydu.

Piranhalar, kutup ayısı, penguenler ve tünel akvaryum gezdiğimiz yerlerdi.
Hafta içi olmasından dolayı mı ya da fiyatlarının yüksek olmasından mı bilmiyorum ama park genelde kalabalık değildi.









3. gün sabah erken çıkıp “San Diego Zoo” ya gittik. Hemen üstü açık otobüs turuna katılarak nerde ne var onu öğrenmek istedik. Hayvanat bahçesi o kadar büyük ki yürüyerek bitirmek imkansız. Otobüs ile gezerken gözüm korktu büyüklükten. Ama çok güzel yapılmış, her şey düşünülmüş.  

















Zaten ben ve Naz çok çabuk yorulduğumuz için çok büyük alanlara gitmeyi göze alamadık. Children’s zoo kısmında oyun oynadı, gezdik ve Rio’nun 4 boyutlu gösterisine girdik. Filmin başlaması ile ayaklarımıza kuş kanatları çarpıyormuş gibi ve rüzgarı hissedince Naz kendini dışarıya attı. (Acaba yendiğimiz sinema korkusu tekrar başladı mı?)


Buradan akşam üstü çıkıp Coronada adasına gittik. Naz’ın en eğlendiği yer kesinlikle burasıydı. Okyanus çok soğuktu ama bizimki su ve kumla güzelce oynadı.


Ünlü Hotel Del Coronada’yı görüp gezdik. 

Bu adada bir İtalyan restaurantı bulduk. Her zamanki gibi ya pizza ya da spagetti yedik. Akşamda Los Angeles’a doğru yola çıktık.

San Diego ile ilgili izlenimlerim:

  1. Kesinlikle çok güzel bir şehir.
  2. San Diego’da araba kullanmak çok rahat, trafik sorun değil, sistemi çözmüşler.
  3. Otopark ücreti sadece Sea world ve Coronada adasında verdik. (Gerçi tek acemiliğimizde buydu. Coronada adasında sen git Hotel Del Coronada’nın parkına parket. Girdikten sonra fark ettik ki çok pahalıydı. 3 saate 36 dolar verdik) Diğer her yerde otoparklar ücretsizdi.(Marketler, mağazalar, alışveriş merkezi gibi)
  4. Parkların içinde 500 ml lik su 4 dolardı. Yemeklerde kişi başı 15-20 dolar arasıydı. Dışarıdan su getirmekte fayda vardı.
  5. Sea world ile Zoo arasında bir seçim yapılacak olursa kesinlikle zoo deriz. Diğerine gidilmese de olur.
  6. Iphone vari bişey alınacaksa California eyaletinde vergide ödüyorsunuz ve geri ödemesi yapılmıyor.
  7. Sigara içen biriyseniz yandınız. Hiç kimse içmiyor, parklarda da yasak.
  8. Biz oteli okyanus kıyısında bir yer ayarladık. Uyandığımda okyanusu göreyim diye. Otelimiz Best western Plus İsland Palms and Marina’ydı. Otopark hiç sorun değildi ve ücretsizdi. Açık havuz vardı ama girmek için yeterince iyi bir hava yoktu. Gece saatinde otele dönerken çok sis oluyordu. Klima ses çıkarıyordu ve odalar otel binası olmayıp ayrı ayrı ev şeklinde olduğundan biraz soğuktu. Daha iyi bir otelde kalınabilinir.


10 Şubat 2014 Pazartesi

Nerden çıktı bu Amerika ve kötü başlangıç!

Yaklaşık 1 senedir sömestr tatilinde sıcak bir ülkeye gidebilmek için puan biriktiriyordum. Hedefim Yapı Kredi’nin sömestr kampanyası ile kısa bir uçak yolculuğu ve sıcak bir ülkeydi. Böyle olunca geriye pek seçenek kalmıyordu. Dubai veya fiyat uygun olursa Maldivler’i düşünmüştüm. Tabii evdeki hesap çarşıya uymadı. Yapı kredi bu sene kampanyayı çok kısıtlı tutarak kampanyalarda 4 soğuk Avrupa ülkesi ve birde Amerika’yı yaptı.O kadar puan biriktirmiştim, şimdi ne olacaktı, babaya bile puanla gidebilsin diye ayrı kk çıkartmıştım, güya her şeyi düşünmüştüm. Bu sene hiçbir yere gidemiyoruz derken bir arkadaşım neden Amerika’ya gitmiyorsunuz, hem Naz hem sizin için çok iyi olur diyerek kafama girdi. Öyle bir gaza gelmişim ki kendimin ve Naz’ın uçak biletlerini alırken buldum kendimi. Baba da kendi biletini alacaktı, ama o da ne? Babamız bileti alamıyor, limiti ayarlamak lazımmış, ama didindik, uğraştık puan ile alamadık onun biletini, mecbur hiç hesapta yokken para vererek almak zorunda kaldık. Ama çok stres yaşadık, hadi bilet kalmazsa, alamazsa diye iyi streslendik. Diğer stresimde aktarma uçağını kaçırırsak dönüş biletlerimizde yanıyordu, bazı geceler uyuyamadım, kaçırırsak ne yaparız diye? Yani bu tatilin başlangıcı hep stres doluydu. Zamanımız az kalmıştı ortada hiçbirşey yoktu, hemen vize işlerini hallettik. Ve sonra bomba haber geldi. Şimdi ne yapacaktık? Son 1 haftaya kadar gidip gitmeyeceğimiz belli değildi. Her an her şey olabilirdi, bu belirsizlik daha da kötüydü. Neyse son haftaya kadar bekleyerek son 3 gün kala puanlarımızla otelleri de satın aldık, ama hep bir aksilik oluyordu. Acaba gitmesek mi , bu bize bir işaret mi diye çok düşündüm, ama sonra pişmanlık duyarız diye her şeyi göz ardı ettim.Bir sonraki aksilik uçak biletlerimiz ayrı olduğu için baba ile bizim koltuklarımızı ayrı check in yapıp farklı yer veriyordu, bizde THY arayarak telefonla hallettik, yada hallettiğimizi sandık. Sömestr’inin başladığı gün yani 25 Ocak Cumartesi günü Atatürk havalimanı tam bir faciaydı, o kadar kalabılıktı ki, girişinden uçağın olduğu kapıya gidişimiz tam 3 saati buldu, böyle tatillerin ilk günü çıkmamak lazımmış. Neyse havaalanında bagaj teslim ederken check in işlemimizin yapılmadığını yer olmadığı için hepimize ayrı yerden koltuk vermek durumunda olduklarını söylediler. 7 yaşın altında olan çocuğum bile anne veya babasından ayrı bir yere tek başına oturacak, hem de 13 saat? Mümkün mü? Kapıda durumu iletmemizi bişey yapılamayacağını söylediler. Naz görevlinin söyledikleriyle ben tek başıma gitmem diyerek ağlamaya başladı. Ben zaten kendime hayrım yok, nasıl yola dayanacağım derken bi de bu çıkmıştı, bende başladım ağlamaya, neyse uçağın kalkış saati geldi biz bekliyoruz, bekledik bekledik en son biz bindik, aktarmadan gelen yolcuların yerini değiştirerek yoğun ısrarımızla aynı yeri verdiler. Uçak yolculuğu boyunca bulantım vardı, Naz son 3 saat kala midem bulanıyor diye ağlamaya başladı, o ağladıkça sigara içmeyen babanın gözlerinden öfkeler saçılıyordu, ben ne yapacağımı bilemedim. Neyse zor bela indik, koşa koşa pasaport kontrolüne gittik, işlemlerimizi hallettik, artık bundan sonrası kolaydı, Amerika’daydık. 3,5 saat yolculuğumuz kalmıştı. Bu neydi ki? Aksilikler bitmeyecekti, aktarma uçağın kapı numarası değişti, ona yetişmeye çalıştık, sonra uçağa binildikten sonra uçak 1 saat rötar yaptı, daha ne olabilir derken Naz ateşlendi. Sıkıntıdan herhalde diyordum, sürekli tuvalete götürüp yıkadım, soydum. Artık tatil yerine gelmeden bütün hevesimiz kaçmıştı. Biran önce otele gidip ayaklarımı uzatmak istiyordum. Hava alanından inince kiralık arabaların shuttle’ları var, ona binerek araba kiralama alanına ulaştık. Arabayı alıp otelin yolunu tuttuk. Hepimiz perişan haldeydik, hemen valizden Naz’ın ateş düşürücülerini çıkararak içirdik. Umarım geçerdi, ya da ne yapacaktık???